19 Ocak 2010 Salı

Cennetimden Bakarken - The Lovely Bones (2009)

Peter Jackson'nın yönetmenliğini yaptığı The lovely bones filmi afisi ile bile kalbinize dokunabiliyor. Bir çok tanıdık oyuncuyu bir araya getirmesi bakımından da bu film herkesin, en azından temeli drama dayanan fakat yer yer yüzünüzü güldüren fantastik filmleri begenenlerin yüzünü kara çıkartmayacagından eminim. Filmin başrolunde henüz bir kaç yıllık bir oyunculuk hayatı olan bir ufaklığı görüyoruz Saoirse Ronan. Eminim bir çogunuz bu ismi daha duymadı benim gibi. Fakat bu filmden sonra oyunculuk adına yapacak çok şeyi olduğunu anlayacaksınız. Filmde birebir olarak onunla kalacağımız onun düşünceleri ile filmi izleyecegimiz Susie Salmon rolunde. Başrolde olan diğer oyuncular (başrol diyorum çünkü bu filmde her isim oyunculukları ile bizi tatmin etmis kişiler) Mark Wahlberg, Rachel Weisz, Stanley Tucci, Susan Sarandon. Mark Wahlberg'i The Basketball Diaries'den hatırlayacaksınızdır .Fakat benim aklımda kalan The Perfect Storm,Rock Star,The Italian Job,The Departed filmleri olmuştur.Bu filmde küçük kızımızın babası Jack Salmon rolunde. Rachel Weisz ise izlediğim ilk filmlerinde soguk bir karakter olarak düşündüğüm fakat izledikçe ısındığım ve oyunculugu agzımızda güzel bir tat bırakan bir oyuncudur. İngiliz asıllı, rollerinde her zaman kendinden emin bu oyuncuyu bu filmde görmek güzeldi. Çünkü anne rolunun üstesinden gelmiş. 1993'den 1996'ya kadar bir kaç filmde rol almasına rağmen, rol aldığı filmlerin ses getirememesi o yıllarda Rachel Weisz'in en büyük sorunu olmuştur heralde. Fakat şeytanın bacağını kırdım diye düşündüyü ilk film bence Keanu Reeves ve Morgan Freeman ile oynadığı Chain Reactiondır. Daha sonra Going All the Way, Swept from the Sea,The Land Girls, I Want You filmlerinde rol almıştır. Fakat onu dünyaya tanıtan gişede o dönem iyi bir hasılat elde eden 1999 yılı yapımı The Mummy filmidir. Ama demin de dediğim gibi soguk buluyordum kendilerini fakat bu fikrimi Constantine filmindeki rolu ile yıktı ve yıkıntının tozlarını The Fountain filmi ile rüzgara savurdu. Rachel Weisz'i bu son filminde kalbi acıyan bir anne rolunde görüyoruz. Diğer bir rolde Stanley Tucci var. Filmin başlarında yapılan makyajdan, taktığı lensten ve saçlarından tanıyamayacağnızı söylemek yanlış olmaz.Ama tanıdık bir sima oldugunu hemen hissedeceksiniz. Evet bu filmde kendisinden nefret de edebilirsiniz ama bu nefret aslında bu rolun ne kadar üstesinden geldigi ile dogru orantılı. Yıllardır oyunculuk kariyeri doğrultusunda ilerleyen bunun yanında 1996'dan beri kendini farklı bir acıdan da kanıtlamak ister gibi yazarlık, yapımcılık ve yönetmenlik de yapan oyuncu bir katilin nasıl soguk kanlı olduğunu gözler önüne seriyor. Ve işte bana göre filmin en büyük ismi Susan Sarandon. Gerckten büyük bir yıldız, büyük bir oyuncu. Yıllardır onunla hem agladık hem güldük aslında. Şöyle beyninizdeki trene binin bakalım onun hangi filmleri ya da en çok hangi filmi aklınızda? Çok eskiler onun beyaz perde adına ilk filmi olabilecek filmi hatırlarlar mı acaba? Filmimizin ismi Joe.Tanıdık değil mi? yeni nesil için evet tanıdık değil emin olun benim içinde tanıdık değil.Ama filmin afişini gördüğümde yılların nasıl akıp gittiğini bir kez daha anlıyor insan. Çunku ordaki Susan Sarandon ile suanda beyninizdeki Susan Sarandon eminim cok farklı olacaktır. Burada filmlerini saymayacağım çunku eminim bu yazı başlıktaki filmimizden sapar ve bu büyük oyuncunun oynadığı filmlerin bir yazısı olur. Ama tek bir film ismi size Thelma & Louise. Bu film içimizdeki kaçıp gitme istegini en iyi anlatan yol filmlerinin başında gelir bence. Sadece sizden istediğim hangi film size onu hatırlatıyor? Bunu bir düşünün çünkü o filmde kendinizi bulmuşsunuzdur inanıyorum. 1970 yılındaki genç kızımızı ,bu filmde anneanne olarak görüyoruz. Ama o bildiğiniz normal bir anneanne değil.Merak edip de izlecek olan olursa evin kontrolunu eline aldığı sahneleri dikkatli izlemenizi istiyorum. Film her ne kadar kalbinizin derinliklerine dokunacak olsa da neşeli ögeleri de elden bırakmamışlar.
Filmimiz başroldeki ufaklığın kendi sesinden bebekliğinden kısa kısa günümüze kadar ki hayatının özeti ile başlıyor. Ve inanın normal cümleler kullanmasına rağmen arkadaki müzik ve ufaklıgın sesi başta size üzüleceksiniz sinyalleri vermeye başlıyor. Anne, baba ve 3 çocuktan oluşan bir aile. Arasıra eve ugrayan süslü, içkisi, sigarası elinden düşmeyen bir büyük anne. Evet herşey yolunda ne olabilir ki diye düşünürken Susie bir cinayete kurban gidiyor. Merak etmeyin katili bile söylesem suanda filmin büyüsü bozulmaz çünkü katilin kim olduğunu deli gibi düşünmek değil amacımız. Bu filmde biz Susieyiz ve katilin kim olduğunu baştan beri biliyoruz. Fakat önemli olan nokta suanda kendi yarattığı cennette arada kalan Susie'nin annesi ve babasına katilin kim olduğu bilgisini nasıl ulaştıracağı. Yıllar geciyor yaşayanların dünyasında. Susie için ise durum biraz farklı arada kaldığından dolayı sadece onları bir televizyon ekranından izer gibi izleyebiliyor. Annesinin evi terktegini bir çiftlikte çalışmaya başladığını ve "hala kaç çocuğunuz var ?" sorusuna, "iki kızım bir oğlum var "diye cevap verdiğini, aşka inanmayan kız kardeşi Lindsey’in aşka bulmasını ve asla yaşayamayacığı ilk öpüşmeyi kardeşini izleyerk yaşadığını görüyoruz. Bu anları izlerken yanında kendi cennetindeki arkadaşı Holly ona eşilk ediyor. Katili ise cinayetten kalan anılarla beslenirken yeniden acıktığını ve icinde bir boşluk olduğunu hissediyor. Beyinindeki yeni kurban ise hiç yabancı olmadığımız birisi. Katil bu kadar rahat yaşarken Susie diğer bir kurban daha verilmemesi ve bedeninin bulunması için kendini değişik yollarla göstermeye çalışacak. Ve onuhisseden kişilerkatili hala arayan babası, kız kardeşi ve daha önce hiç tanışmadıgı okulda sorunları olan diğer bir kız Ruth Connors .Bu kadar yeter diye düşündüğünüzü hissediyorum. Merak etmeyin filmin geri kalanını size bırakacağım. Fakat sizi filmle başbaşa bırakamadan önce son bir nokta; What Dreams May Come, The Fountain gibi görsellikle süslenmiş filmleri seviyorsanız. Bu filmde de görsellik adına bir çok öğe sizi tatmin edebilir. Fakat ara ara dünyadan görüntülere girdiği için What Dreams May Come filmindeki gibi fazla tatmin edici olmayacaktır. Ghost, The Gift gibi filmleri severek izleyenler de bu filmden zevk alacaklardır ayrıca. Ölümden sonra neler oluyor düşüncesi üzerine işlenmiş bu filmde iyi seyirler...Hepinize mutlu ve uzun bir hayat dilerim...
Z.C

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder