19 Ocak 2010 Salı

The Invention of Lying (2009)

Bir dünya düşünün burada kimse bir birine yalan söyleyemiyor.Yalan diye bir kelimeden heberleri yok.Kimseye yalan söylemediginiz için, çoğu zaman istemeden kırıcı olabiliyorsunuz ve herkes herkesin ağzından çıkan herşeye inanmak zorunda cunku yalan diye birşey yok. Peki böyle bir dünyada, yalan söylemeyi kesfeden kişi olsaydınız ne olurdu? İşte filmimiz tam bu noktada eğlenceli hala geliyor. Hepiniz birden o adam olmak isteyeceksiniz ve "vaaayy be keşke ben olsaydım yerinde "diyeceksiniz emininm bundan. Bazılarınız da "yoo ben onun yerinde olmak istemezdim. Ben hayatımdan memnunum diye" kendini kandıracak. Geçelim bunları. Size söylediğim, dünyadaki her şeyi değiştirebilirsiniz.Değişt
ireceğim bir şey yok dediğiniz anda ben, hayalgücü eksik biriyle konuştuğumu düşünürüm. Çünkü en basiti örneğin şöyle dediğinizde " Ey insanlar eğer yediklerinizi afrikadaki aç insanlarla paylaşmazsanız,öldükten sonra düşünebildiğiniz en kötü yere gideceksiniz" ve bütün insanlar size inanarak hemen yemeklerini ve paralarını afrikadakilerle paylaşmaya kalkıyorlar. Bir anda dünyadaki inanılması gereken tek kişi oluyorsunuz. Ricky Gervais ve Matthew Robinson'un hem yazdığı hem de yönettiği filmde, Ricky Gervais yetmemiş bir de başrolde oynamış. İyi ki oynamış çünkü bu rol için biçilmiş kaftanmış ya da kaftan kendine göre biçilmiş. Ricky Gervais filmimizde Mark Bellison rolünde.Markın aşık olduğu kızın ilk randevudaki Mark yorumlarına göre burnu kalkık,şişko,ezik ve parasız biri. Ve bu tanımlamaların ilk randevunuzda suratınıza yapıldığını düşünün.Kırıcı değil mi? İşte o zaman "ufak yalanlar ne kadar da güzelleştiriyormuş dünyamızı" demekten kendimi alamadım. Ricky Gervais aslında kendini TV ve sinema adına geliştirmiş bir insan ve film boyunca asla ona kalkık burunlu,şişko,ezik gözüyle bakmadım. Onunla ikinci karşılaşmam bu film ve tanıdıktı artık benim için. İlk izlediğim filmi Ghost Town filmiydi ve gerçekten beğendim.Eğlenceli, değişik ve insanlığınıza dokunan bir filmdi.Çevrenizdekilerin çoğu insan değil, yanıltmasın sizi ben saf,temiz içinizdeki insanlıktan bahsediyorum. Gelelim esas kızımıza,Jennifer Garner.Tanımayanınız yoktur eminim. Jennifer Garner güzel, başarılı,genetik açıdan müthiş çocuklara sahip olacağı eşi arayan,insanları dış görünüşüne göre değerlendiren Anna McDoogles karakterini canlandırıyor. Filmde tanıdık çok sima var, özellikle bir sahnede bir polis var ki, güneş gözlüklerinden tanıyamayabilirsiniz ama gözlükleri çıkarınca aslında onun bir figüran olmadığını anlayacaksınız. Ama ben size kim olduğunu söylemeyeceğim tabi ki benden bu iyiliği beklemeyin.Filmi izleyin kendiniz görün. Bu kadar konuştuk aslında, filmin konusu hemen hemen canlanmıştır beyninizde. Ama film kısaca şöyle; bir dünyada yaşıyorsunuz ve bu dünyada yalan yok.Yok işte. Filmin başında bir adam iş yerini arıyor, böyle bir durumda aklıınıza gelen ilk yalan "hastayım gelemeyeceğim".Peki yalan söyleyemiyorsanız? "Hastamıyım.yoo sadece o işten nefret ediyorum" kovulmanıza bile sebep olabilir böyle bir cümle aslında. Fakat oyunun kuralları basit ve sadece bir tane YALAN YOK. Bu dünyada Mark Bellison TV için kısa senaryolar yazan ve senaryoları beğenilmeyen,işinden kovalacağını bilen ama daha müdür cesaret edip kovamadığı için hala işe giden, aşık olduğu kız kendine aşık olmayan,parasız,mutsuz bir adam. İşten kovulduğu gün,aşık olduğu kızdan da ikinci randevu için ret cevabı alan,evde otururken ev sahibinin kirayı istediği ama banka hesabında sadece 300 dolar olan bir adam neyapar? Bankaya gider 300 doları çeker, bir kamyon tutar evi boşaltır ve sokakta yaşamaya başlar. Evet Mark bunları yapmayı düşünüyor ve bankaya gidiyor. Görevli kadın "suanda sistem bozuk olduğu için ekranı göremiyorum ama siz hesabınızdaki miktarı söyleyin, ödemeyi yapalım" ( kimse yalan söyleyemez onun için herkes bir birinin agzından cıkana güvenir) dediği anda. Markın beynine bir şeyler oluyor ve beyin 800 dolar diye çığlık çığlığa dile geliyor.Mark 800 dolar diyor kadına.O anda sisten geri geliyor. Tabi ben o anda "aha yalan söylediğini anlayıp 300 dolar ödeyecek" dedigim de.Kadın burda 300 görünüyor ama demek ki sistemde problem hala sürüyor deyip,800 doları Mark'a teslim ediyor. Mark parayı ödüyor ev sahibine.Dairesine geldiginde artık Mark eski Mark değil.Çünkü adam artık dünyadaki kimsenin yapamadığını yapıyor.İşte bu dünyada artık türünüzün tek örneğisiniz.Mutant falan değilsiniz,uçamıyorsunuz,bir taraflarınızdan ateşte çıkmıyor ya da görünmez değilsiniz. Doğaüstü yeteneğiniz yalan söylemek. Gerçekten biri beni durdurmalı yoksa size izleme fırsatı vermeden ben filmin hepsini burda anlatacağım. Hangi sahneler güzeldi peki? Hımm bakın bu soru ayrım yapmamı gerektiren bir soru. Markın ilk yalanlarını duyduğumuz bar sahnasi güzeldi. Çünkü arkadası ve barmen Markın her dediğine inanıyorlardı.Hatta kaç yıllık arkadaşına benim adım Doug dediğinde.Arkadaşı "tanıştığımıza memnun oldum güzel isimmiş" diyebiliyor.Ben zenciyim,eskimoyum,korsanım dediğinde, hepsine inanıyorlar. Diğer akılda kalan sahne annesinin ölüm döşeğinde olduğu sahne çünkü bu sahne filmin gelişimini oluşturan bir sahne. Bir anda yukardaki adamla konuşan kişi yapıyor kendini bu sahne. Tek eleştirebileceğim nokta bu aslında. Yukardaki adam derken Tanrıdan bahsediyor Mark fakat ben yukarda adam değil her şeyin üstünde olan bir varlık olduğunu savunuyorum. Ayrıca takıldığım diğer nokta sanki insanlar Tanrının varlığından bir haberler ve Mark geliyor onlar yukarda birinin olduğunu anlıyorlar Markın dedikleri sayesinde. Arada eleştirdikten sonra diğer bir iyi sahne aşık olduğu kızı diğer adamla evlenmekten vazgeçirmeye çalıştığı sahne.Size vazgeçirip geçiremediğini söylemeyeceğim tabi ki bu size haksızlık olur. Fakat şu soru takıldı aklıma yanında mutlu olduğunuz kişiye mi aşık olursunuz,yoksa aşık olduğunuz kişi mi sizi mutlu eder? Bilemeyiz bunu biliyorum. Herkese ve her duruma göre değişir çünkü. Yazımın sonuna gelirken size iyi seyirler ve küçük ufak tefek yalanlarla dolu bir dünya diliyorum...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder